Anoreksiya Nervoza Nedir?

Anoreksiya Nervoza Nedir?

Anoreksiya kişinin yaşamını tehdit eden ve süregelen aşırı zayıflık ve kilo kaybıyla dikkat çeken, tedaviye oldukça dirençli bir yeme bozukluğudur. Genellikle 12-18 yaş aralığında kadınlarda ortaya çıkar. Anoreksiyadan muzdarip bireylerin %90’ı kadındır. Bu kişiler boy, yaşa gibi faktörler de göz önüne alındığında normal sınırların çok çok altında bir kiloya sahiptir. Bu kişilerin aynı zamanda kilo alma ve şişmanlama konusunda şiddetli korkuları vardır. Ek olarak, kendi beden şekilleri ve kiloları hakkında sağlıklı bir bakışa sahip değillerdir. Beden imgesindeki bu bozulma çok zayıf olmalarına rağmen kendilerini şişman bulmalarına sebep olabilir. Bu da kişilerin sürekli olarak aşırı zayıf olduklarını ve yemeyle ilgili bir probleminin olduğunun inkar etmesiyle sonuçlanır.

Bu yeme bozukluğunun belirtilerine baktığımızda az yemek yeme, öğünler atlama, aşırı zayıf olma, kilo kaybının kabul etmeme, beden şekli ile ilgili sağlıksız fikirlere sahip olma, yiyeceklerin kalorileri hakkında obsesif tavırlar sergileme, tartıyı aşırı sık kullanma, sürekli aynada vücut şeklini kontrol etme, yediklerini çıkarmak için yemekten sonra hızlıca masayı terk etme, kilo kontrolünü sağlamak için iştah kapatıcı ilaçlar kullanma, ek olarak baygınlık veya kuru cilt gibi bazı fiziksel problemler en sık karşılaştığımız sinyallerdir.

Anoreksiya yeme bozukluğunun kısıtlayıcı ve tıkınırcasına yeme/çıkarma olmak üzere iki tipi vardır. Kısıtlayıcı tipte kişiler yeme miktarını ileri derecede kısıtlayarak kilo alımını engellemeye çalışırlar. Diğer grupta ise, gıda alımının aşırı kısıtlanmasından dolayı açlık dönemlerinde kısa bir zaman içinde aşırı yemek yeme dönemlerinin birbirini izlediği görülür. Daha sonra bu kişiler parmaklarını boğazlarına bastırarak yediklerini çıkarma yöntemiyle kilo alımını engellemeye çalışırlar.

Bu yeme bozukluğunun sebeplerine bakıldığında psikolojik çevresel ve biyolojik-genetik faktörlerin beraber rol oynadığını görebiliriz.

Depresyon, anksiyete, aşırı gelecek korkusu, stresle başa çıkmada ve duyguları ifade etmede zorluk yaşama, obsesif kompulsif duygular, şişman olmanın fobik korkusu, ve mükemmeliyetçilik (aşırı talepkar kişisel standartları belirleme) bu hastalığın ortaya çıkışında rol oynayan psikolojik faktörlerdir. Anoreksiyadan muzdarip kişiler sürekli başkalarını memnun etme çabası içinde olup, kendilerine karşı aşırı eliştirici biçimde davranırlar. Bu da zamanla kendilerini yetersiz ve değersiz hissetmelerine sebep olur.

Bu bozukluğun ortaya çıkışına etki eden çevresel faktörlere baktığımızda okulda veya işte stres ve baskı ortamı, istismarcı ilişkiler, stresli yaşam olayları, vücut şekli ve kilo konusunda yapılan zorbalık, ince ve zayıf olmanın ideal olduğu meslekler ve hobilere sahip olma (bale, modellik) karşımıza çıkacaktır. Özellikle günümüzde değişen güzellik algısı bu yeme bozukluğunun ortaya çıkışında en çok etkili olan çevresel faktörlerden biridir. Bu medyada yaratılan zayıf olmanın güzellikle eşdeğer olduğu algısı özellikle kadınların beden imgeleriyle alakalı takıntılı davranışlar ve tutumlar sergilemesine yol açıyor. Biliyoruz ki, sosyal medya hemen herkesin gün içinde çok sık zaman geçirdiği mecralardan biri haline geldi. Özellikle Instagram gibi fotoğraf paylaşım siteleri, kadınların güzellik algısı konusundaki bakış açılarını oldukça etkilemektedir ve sonucunda “Zayıf değilsen güzel değilsindir.” gibi varsayımlar ortaya çıkabilmektedir. Bunların dışında, kimi zaman ailelerin de kilo konusunda baskılayıcı davranışlar sergilemesi ergenlik çağındaki bireyler için tetikleyici olabiliyor. Bazı aileler çocuklarını ısrarlı bir şekilde, zayıf olmanın ideal olduğu mesleklere yönlendirebiliyor. Bu da çocuğun ya da ergenin zayıf olmakla ilgili obsesif düşüncelere sahip olmasına yol açabiliyor.

Bunlara ek olarak, beyin fonksiyonlarındaki ve kimyasındaki değişim ve anormallikler, kişinin aile bireylerinde yeme bozukluğu veya madde bağımlılığı gözükmesi karşılaştığımız biyolojik ve genetik faktörlerdendir. Yapılan araştırmalara göre, ailesinde anoreksiyadan muzdarip başka bireylere sahip olan bir bireyde bu yeme bozukluğunun ortaya çıkma ihtimali yaklaşık 20 kat daha fazladır. Ek olarak, anoreksiyadan muzdarip bireylerde beyindeki stres hormonu olan kortizol üretimi daha fazlayken, mutluluk verici hormonlar olan serotonin ve norepinefrinin üretiminin daha az olduğu araştırmalarla kanıtlanmıştır.

Anoreksiya ilk etaplarda kolayca gizlenebilen bir rahatsızlıktır. Bu yeme bozukluğuna sahip kişiler hiç yemek yemeden günü geçirseler bile, çevrelerine sık sık yemek yediklerini ve tok oldukları yalanını söylerler. Başlangıçta fark edilmesi çok güç olan bu rahatsızlığın sinyallerini iyi okumak ve sonrasında dikkatli davranıp durumun takibini yapmak özellikle aileler için oldukça mühimdir.

Ne yazık ki, anoreksiya nervoza en yüksek ölüm oranına sahip mental bozukluktur. Bu sebeple, anoreksiyanın tedavisinde ilk hedef bireyin sağlıklı ve yaşamını tehdit etmeyen bir kiloya dönmesidir. Psikolojik tedavilerde kişinin sorunu kabul etmesi ve bunu çözmeye istekli olması tedavi yönteminin işe yaraması için gerekli esaslardan biridir. Anoreksiyanın tedavisini zorlaştıran da tam olarak budur, çünkü kişi problemi inkar etme eğilimindedir. Bu bozukluğun tedavisinde psikolog, psikiyatrist, diyetisyen ve gerekirse doktorun iş birliğinde olması oldukça önem arz etmektedir. Psikoterapi tedavide kişinin bu bozukluğa sebebiyet veren olumsuz düşünceleri değiştirmek için oldukça önemli bir adımdır. Ve son olarak, tedavi sürecinde aile ve çevre desteğinin önemi unutulmamalıdır.

Uzm. Klinik Psk. Ezgi Demirer

Uzm. Klinik Psk. Nadide Işıklılar

Yorum Bırakın →

Yorum Bırakın

Cevap iptal